BOĞAZİÇİ’NİN İNCİLERİ
Uzun zamandır İstanbul’da yaşıyorum ve yıllar önce emekli olduktan sonra başladığım bir hobi sayesinde, yaşadığım şehrin fark etmediğim bir güzelliğini fark ettim. Elbette konu İstanbul olunca, dünyadaki birçok ülkeden daha fazla nüfusa, yüzölçümüne hatta tarihine sahip bir şehrin keşfedilmemiş güzelliklerinin olması doğaldır. Lakin bu güzellik tam da gözünüzün önündeyse onun farkına varmadığının farkına varmak şaşırtıcı, azıcık da ayıp değil mi? Ne demiştim, İstanbul ucu bucağı olmayan hem insan nüfusu hem de coğrafi olarak büyük bir şehir. Doğuda İzmit’ten çıkıyorsun batıda Silivri’ye kadar saatlerce, kilometrelerce aynı şehirdesin. Marmara ile Karadeniz arasını yazmıyorum bile. Bu şehirde doğmuş ve bu şehirde yaş almış nice insanlarımız var ki daha, dünyanın en güzel su yolunu, Boğaziçi’ni görmemiş… İşte bu talihsiz insanları düşününce benim bir güzelliği fark etmediğimi fark etmiş olmam kendimi ayıplamakta dozu biraz düşürüyor.
Şimdi gelelim sadede. Değerli dostlar İstanbul’u İstanbul yapan Boğazıdır. Dünyada eşi benzeri olmayan kadim şehri bu kadar değerli kılan, ona sahip olabilmek için kralları, imparatorları, sultanları, orduları peşinden koşturan boğazıdır. İstanbul Boğazı nasıl ki İstanbul’un gerdanlığı, süsüyse o gerdanlığın inci taneleri de vapurlarıdır. Yandan çarklılardan tutun da siyah bacalarından kara dumanlar savurarak salına salına yakadan yakaya, adalardan adalara seferler yapan, yolcusu kadar peşinden çığlık olup koşan ve bir lokma simidine kanan martıları bile mutlu eden, neşeli yunuslar eşliğinde hasrete ya da kavuşmaya götüren beyaz kuğulara kadar hepsi bu eşsiz gerdanlığın inci taneleridir. Gelin görün ki her gün oradan oraya bıkıp usanmadan gidip gelen vapurlarımızı gerçekten fark eden kaç kişiyiz bu milyonlarca insan içinde? Halbuki onlar sadece birer deniz taşıtı değiller. Kimi Çanakkale Savaşlarına asker taşımış, yaralılarına hastane olmuş, kimi işgal yıllarının acısını yaşamış, kimi tersaneye çekilip paslanmaya bırakılmış. En talihsizleri vefasız insanlarca hurdacının acımasız ellerine teslim edilmiş… Hepsinin tersanesiyle, İstanbul’a gelişiyle, adıyla kaptanıyla birer hikayeleri var.
Neredeyse çocukluğumdan beri, önceleri mesleğimden dolayı uçak modelleri
yapıyorken sonraları gemi modelciliğine merak sarmam sayesinde ben de bu güzelliklerin farkına vardım. 1980 yılından beri İstanbul’dayım ve inanın “acaba yaptığım modellerden hangilerinin gerçeklerine bindim” diye kendime soruyor ama buna cevap bulamıyorum. Çünkü çoğumuz gibi ben de gemi modelciliğine başlayana kadar Boğaziçi’nin incilerinin farkında değildim. Artık bindiğim gemilerin önce ismine bakıyor ve mutlaka birkaç poz fotoğrafını çekiyorum.